Son 24 senede sektör ve şirket bağımsız 10.000’in üzerinde gerçekleştirdiğim müşteri görüşmesinde anlatımı farklı ama aslında aynı düşünce fraktallarını duyuyorum. Belirli zihin senaryolarından çıkan ayrışan görüş fenomenleri ve kombinasyonu alınmış insan silüetleri…
Son 3 senedir de dijital pazarlama ve beklentileri üzerine her gün onlarca işletme sahibiyle konuşuyorum. Hepsinin ortak cümlesi şu: “Fiyat konusunda hassasiyetimiz var, zaten hocam biliyorsun artık yapay zekâ var; tasarım oradan çıkar, her şeyi o yapıyor, e maliyeti de düşürür işte. Bir de görüyoruz her gün 5-10 Bin TL’ye fotoğraf, video çekimi dahil sosyal medya ve reklam yönetimi de yapan ajanslar var. (Sözüm ona ajans olmak ne kadar da kolaymış :))” diye zırvalamaca dili ile bilge konuşmasına devam ediyor. Yani stratejiye gerek yok, dijital konumlama zaten hak getire, içerik desen AI’den okuduğunu tasarla hani diyor ya yapıştır geç, al sana dijital pazarlama. Günlük takip ve optimizasyon mu? Ne gerek var. Farklı fikir ve geleneksel pazarlama ile vizyon mu, ne alaka dijital dedik, hiç almayayım…
Elbette deneyim, bilgi, perspektif, iş yönetme kabiliyeti, bir ekibin sinerjisi, farklı bilim ve ilim disiplinlerinden gelen vizyon konularına değiniyorum. Muhtemelen bazıları bunu kavrıyor ve bakış açısı değişiyor fakat %85’e yakınında inat rezervi aynı kalıyor…
Evet, yapay zekâ maliyetleri azaltıyor, işleri hızlandırıyor. Ancak burada gözden kaçan kritik bir nokta var: Yapay zekâ tek başına çözüm değil. Onu anlamlı, verimli ve etkin kılan şey, insan deneyimidir. Goethe’nin dediği gibi: “Bilgi yetmez, uygulamak gerekir; istemek yetmez, yapmak gerekir. Sinirbilimden bilirsiniz yaş (Deneyim) ilerledikçe beyindeki sinaps sayısı artıyor. Bu, beyinde yeni bağlantılar kurulduğu, daha karmaşık düşünce ve daha yaratıcı çözüm geliştirme kapasitesinin arttığı anlamına geliyor. Antonio Damasio’nun kitaplarından biliyoruz ki kararlarımız yalnızca mantıktan değil, duyguların yön verdiği devrelerden doğuyor. Freud’un perspektifi de buna paralel; bilinçaltımızdaki deneyimler, arzular ve korkular davranışlarımızı sandığımızdan çok daha fazla şekillendiriyor. Elbette yapay zekâ hızlıdır ancak bilinçaltı taşımaz. Onun ürettiği çözüm ile insan deneyimle yoğrulmuş çözüm arasındaki fark, işte bu görünmez derinliktir.
“İnsanın mutluluğu, dış koşullardan çok, iç dünyasının zenginliğine bağlıdır.” Schopenhauer
Romantik bir yaklaşımla yapay zekâ dış koşulları pek tabi iyileştirir; ancak sezgiyi, sabrı ve kalple kavranan bilgiyi veremez. Öyle demiyor muydu Mevlânâ: “Nice bilgiler vardır ki, akılla değil, kalple anlaşılır.” zira Nietzsche de “İnsanın büyüklüğü, engelleri aşarken ortaya çıkar.” sözünde aslında şunu söylemiyor mu yapay zekâ için, o engelleri kaldırır ama insanı büyüten şey, o engelle mücadele etmesidir. Yani yapay zekanın akıttığı bilgiler gerçek deneyimin yerini tutabilir mi? Ya da onun servis ettiği her şey gerçekten hakikat midir yoksa tavsiye mi?
“21. yüzyılın ekonomisi artık makineler üzerine değil, veri üzerine kurulu.” demiştim bir önceki yazımda Harari’yi tekrar ederek. Ama veriyi anlamlandıran biziz. Kör teslimiyet kaybettirir, bilinçli yönetişim kazandırır diye de eklemiştim. Shakespeare’in “Makine değil, insan zihni gökyüzünü fetheder.” sözü ile Kotler’in “Markalar, algoritmalarla değil, hikâyelerle büyür.” sözü ne kadar da benzeşik değil mi? O halde sevgili dostum yapay zekâ tek başına bir araçtır. Onu değerli kılan, deneyimle birleşmesidir. İnsan zekâsının yıllar içindeki hatalarla, başarılarla biriktirdiği derinlik, yapay zekânın ham gücünü anlamlı bir yaratıcı güce dönüştürür diğer türlü yavan dijital bir hafıza listelemesi değil midir sadece?
“İnsanın ne olduğu, neye sahip olduğundan çok daha önemlidir.” Schopenhauer
Elinizdeki araçlar size güç verebilir ama gücü yönetmek akıl yani deneyim ve çok yönlü bilgi ister. Seçimi sadece yapay zekayı kullanıp bunu güç olarak sunanla mı ilerleyeceksin yoksa yılların birikimini yapay zeka ile derinleştirip ivmelendirenle mi?
Bence kendine şu soruyu sormalısın, “Yapay zekâya güvenmek yeter mi, yoksa deneyim de etkisi ile büyümek mi?”