Hikâye, Arapça kökenli bir kelime. İlk anlamı: ‘’Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması.’’ Edebiyatta, gerçek veya tasarlanmış olayları anlatan düzyazı türü. Tıp terimi olarak; ‘’Hastanın rahatsızlığı ile ilgili geçmişi.’’ anlamına geliyor. Bir de argo yönü var tabii, aslı olmayan olaylar için kullanılıyor. Başlangıcı TDK gibi yapmamın nedeni, ele aldığımız "hikâye" kelimesinin kendi "hikâyesini" göz ardı etmemek. 

Hikâye anlatıcılığı, binlerce yıl öncesinden günümüze kadar uzanan bir geleneğin taşıyıcısıdır. Büyükannelerimizden dinlediğimiz masallar, dedelerimizden dinlediğimiz gençlik anıları, yıllardır süregelen ve bizlere aktarılan efsaneler… Birçoğumuz hikâyelerle büyüdük. Gerçek mi, yalan mı bilinmez; ancak hikâyelerin bize kattığı etkilerle bugünlere geldik. Bu hikâyeler, içimizde değerler bıraktı; hayal gücümüzü besledi ve dünyayı daha derin bir bakış açısıyla görmemizi sağladı. 

Geçmişi etkileyen, geleceği şekillendiren hikâyelerin reklamcılıktaki yeri çok önemli şüphesiz. Bir markanın, hangi sektörde faaliyet gösterirse göstersin, hangi ürünleri satarsa satsın; amacı, vizyonu ve kimliği ne olursa olsun anlatmaya değer bir "hikâyesi" olmalı. Çünkü tüketiciler artık sadece bir ürün veya hizmet değil, bir hikâye de satın alıyor. 

Bir kalem ne kadar şık, premium ve ergonomik olursa olsun; insan merak ediyor ardındaki hikâyeyi. Söz konusu kalem, hangi figürden ilham alınarak yapılmış? Hangi dönemin izlerini taşıyor üzerinde? Kimin ellerinde hayat bulmuş, hangi aşamalardan geçmiş? Bir kalem için dahi ne kadar soru türetebiliyoruz değil mi? İşte bu soruların cevapları, o kalemin hikâyesini oluşturuyor ve bu hikâye ne kadar etkileyici ve samimi olursa; tüketici kalemi o kadar satın almak istiyor. 

Sevilen dizilere ve filmlere ev sahipliği yapmış, içerisinde sayısız hikâyeler barındırmış; oyuncular ve yönetmenler ayak basmış bir ev... Bu evin hikâyesi ne kadar değerli, değil mi? O evin yüksek tavanı, ahşap merdivenleri veya kartonpiyerlerinden önce, anlatılmaya değer, insana dokunan ve ilham veren  bir hikâyesi var. 

Markanın kendi hikâyesi hele, o kadar önemli ki. Her markanın bir ömrü, bir hayat hikâyesi var. Markanın yolculuğu nasıl başlamış, ne zaman ve hangi farklı amaçla kurulmuş, kimler kurmuş ve markayı nasıl geliştirmiş, yıllar yılı nasıl bir emek ile bugünlere gelmiş?  "1970'te Bursa'da ilk fabrika kuruldu." gibi bir dilden bahsetmiyorum. Gerçekten markanın dünyaya gelme, ayakları üzerinde durma, evrilme ve olgunlaşma gibi aşamalarından oluşan hayat yolculuğundan bahsediyorum. 

"Ne hikâyeymiş yahu!" demeyin. Bir hikâyesi olan marka; 
 

• Öncelikle kendini konumlandıracağı yeri çok iyi bilir. 
• Nasıl bir iletişim tonu kullanması gerektiğinin bilincinde olur. 
• Tüketicileriyle bağlarını kuvvetlendirir. 
• Çalışanlarının bağlılığını ve aidiyetini artırır. 
• Ürünlerinin arkasına hikâye gücünü almış olur. 
• Hikâyesiyle hem rakiplerine hem de kitlesine ilham verir. 

İşte hikâye, bu yüzden kraldır. 

Ödüllü film senaryosu gibi harika bir hikâye olsun demiyorum elbette, bu gerçekçi bir beklenti olmaz. Ama geçmişe doğru bir yolculuğa çıktığınızda ve düşündüğünüzde, bir yerlerde mutlaka hikâyenin çıkış noktasını bulabileceğinizden eminim. Tek bir an, bir kelime, bir his dahi marka hikâyenizin başlangıcı olabilir. Kendine özgü söyleyecek bir sözü olmayan markalar; sadece ürünlerini satar. Başarıları, ürün stoklarına bağlıdır. Ama hikâyesi olan markalar, hayat çizgilerinde mutlaka hatırlanır ve bir yerlerde insanların hayatına dokunur. 

Hayat, bir hikâye kitabı ve her birimiz, kendi sayfalarımızı dolduruyoruz. Sizin hikâyeniz ne?